uluer
MADO

MENSUBİYET

Nevşehir 06.10.2024 - 11:35, Güncelleme: 06.10.2024 - 11:39
 

MENSUBİYET

Benim doğduğum yıllarda başlayan, çocukluk yıllarımızda gelişen, gençlik yıllarımızda sayıları parmakla gösterilecek kadar az olmasına rağmen tüm dünyayı saran ilginç bir grup vardı. Adına “hippiler” dedirdi ki dünyanın kahir ekseriyeti tarafından da sevilmezlerdi. Giyim kuşamları, görünüşleri, davranışları, düşünceleri, inanışları ve hatta kullandıkları arabalarla bile Aykırıydılar. 1960-70 li yılların “çiçek çocuklarıydı” onlar.

    Kimilerine göre giyim tarzları nedeniyle bir moda akımıydı onlar. Lakin kimse onların gerçek anlamda Viyetnam savaşına ve yaşanan sosyal adaletsizliğe karşı bir dayanışma ve protest kitle olduğunu kabullenemedi. Bunda hayat tarzları ve o döneme göre kabul edilebilirlik sınırlarının çok dışında oluşları en büyük etkendi tabi ki.     Gerçek amaçlarının doğaya dönmek olduğunu, savaşların durması için farklı bir protesto metodu olduklarını, insanların üzerine konan sınırların yok olmasına dikkat çekmek için farklılaştıklarını ne kadar vurguladılarsa da kimse onları ciddiye almadı.    Bunda elbette kendilerine taktıkları saçma sapan isim ve lakaplar, uyuşturucu kullanmaları, sürekli “aşk” ve “barış” gibi kavramları lakaytça kullanmalarıydı. Dahası ve en büyük dışlanma sebepleriyse “savaşma seviş” gibi insanı irrite eden bir söylemin arkasına sığınmalarıydı.     Bense onların sadece bir yönünü sevmiştim. Asla mensubiyeti kabul etmediler.    Her platformda savaşa karşı çıkarlar, her ortamda bunu göstermek için ellerinden geleni yaparlardı. Mutlak reddetmeye karşı oluşmuş bir “karşı duruş” insanlarıydılar.    O dönemde zirve yapan “izm” lere karşı bedenlerini ortaya koydular, horlandılar, itilip kakıldılar, dayak yediler ama asla “komünizm, faşizm, kapitalizm ve her türlü insan onurunu zedeleyen izimleri barışçı yollarla protesto ettiler.    Onlar her ülkede birer avuç olarak kaldılar. Fikir ve eylem olarak kimsenin karşı çıkmayacağı düşüncelere sahip olsalar da yaşam tarzları pek çok ülkenin “ahlak” anlayışlarına ters düştüğü için kabul görmediler.    Encam-ı meseleye yani konunu sonuna gelince… Eğer bu arkadaşlar her toplumun kabul edeceği bir görünüm ve tarzda olsalardı. Mantaliteleri, özgürlük anlayışları, dünyaya bakışları, barışa karşı olan vazgeçilmez sevdalarıyla bu gün dünyanın bir numaralı sivil toplum kuruluşu olurlardı.   Şimdilerde –güya- dünya barışı için kurulmuş sözde kuruluşların “savaşa hayır” diyen cılız seslerini bizzat bombaların hedefinde durarak protesto ederlerdi.   O insanlar kimsenin eteğine yapışmadı, kimsenin himayesinde olmadılar, kimseden yardım istemediler, kimseye boyun eğmediler, şucu-bucu olmadılar, savaş istemeyen herkesle dost oldular.    Dünyanın onların yaşam tarzı ve davranışları gibi değil ama onların istediği güzellikte olması dileğiyle.  Daha önce de dediğim gibi ben de dahil çoğumuzun kabul edemeyeceği hayat tarzları nedeniyle asıl amaçları hep geri planda kaldığı için yok olup gittiler.
Benim doğduğum yıllarda başlayan, çocukluk yıllarımızda gelişen, gençlik yıllarımızda sayıları parmakla gösterilecek kadar az olmasına rağmen tüm dünyayı saran ilginç bir grup vardı. Adına “hippiler” dedirdi ki dünyanın kahir ekseriyeti tarafından da sevilmezlerdi. Giyim kuşamları, görünüşleri, davranışları, düşünceleri, inanışları ve hatta kullandıkları arabalarla bile Aykırıydılar. 1960-70 li yılların “çiçek çocuklarıydı” onlar.

    Kimilerine göre giyim tarzları nedeniyle bir moda akımıydı onlar. Lakin kimse onların gerçek anlamda Viyetnam savaşına ve yaşanan sosyal adaletsizliğe karşı bir dayanışma ve protest kitle olduğunu kabullenemedi. Bunda hayat tarzları ve o döneme göre kabul edilebilirlik sınırlarının çok dışında oluşları en büyük etkendi tabi ki.

    Gerçek amaçlarının doğaya dönmek olduğunu, savaşların durması için farklı bir protesto metodu olduklarını, insanların üzerine konan sınırların yok olmasına dikkat çekmek için farklılaştıklarını ne kadar vurguladılarsa da kimse onları ciddiye almadı.

   Bunda elbette kendilerine taktıkları saçma sapan isim ve lakaplar, uyuşturucu kullanmaları, sürekli “aşk” ve “barış” gibi kavramları lakaytça kullanmalarıydı. Dahası ve en büyük dışlanma sebepleriyse “savaşma seviş” gibi insanı irrite eden bir söylemin arkasına sığınmalarıydı. 

   Bense onların sadece bir yönünü sevmiştim. Asla mensubiyeti kabul etmediler.

   Her platformda savaşa karşı çıkarlar, her ortamda bunu göstermek için ellerinden geleni yaparlardı. Mutlak reddetmeye karşı oluşmuş bir “karşı duruş” insanlarıydılar.

   O dönemde zirve yapan “izm” lere karşı bedenlerini ortaya koydular, horlandılar, itilip kakıldılar, dayak yediler ama asla “komünizm, faşizm, kapitalizm ve her türlü insan onurunu zedeleyen izimleri barışçı yollarla protesto ettiler.

   Onlar her ülkede birer avuç olarak kaldılar. Fikir ve eylem olarak kimsenin karşı çıkmayacağı düşüncelere sahip olsalar da yaşam tarzları pek çok ülkenin “ahlak” anlayışlarına ters düştüğü için kabul görmediler.

   Encam-ı meseleye yani konunu sonuna gelince…

Eğer bu arkadaşlar her toplumun kabul edeceği bir görünüm ve tarzda olsalardı. Mantaliteleri, özgürlük anlayışları, dünyaya bakışları, barışa karşı olan vazgeçilmez sevdalarıyla bu gün dünyanın bir numaralı sivil toplum kuruluşu olurlardı.

  Şimdilerde –güya- dünya barışı için kurulmuş sözde kuruluşların “savaşa hayır” diyen cılız seslerini bizzat bombaların hedefinde durarak protesto ederlerdi.

  O insanlar kimsenin eteğine yapışmadı, kimsenin himayesinde olmadılar, kimseden yardım istemediler, kimseye boyun eğmediler, şucu-bucu olmadılar, savaş istemeyen herkesle dost oldular.

   Dünyanın onların yaşam tarzı ve davranışları gibi değil ama onların istediği güzellikte olması dileğiyle.

 Daha önce de dediğim gibi ben de dahil çoğumuzun kabul edemeyeceği hayat tarzları nedeniyle asıl amaçları hep geri planda kaldığı için yok olup gittiler.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.