Yaklaşık 2 yıldır Covid-19 belası ile cedelleşip duruyoruz. Kimi adına covid-19 dedi, kimi corona . Adı neyse ne, bildiğimiz bir şey var acımasız bir hastalık. Korkmamak elde değil, hastalığın ilk duyulduğu zamanlar Çin den görüntüler vardı hatırlarsanız. Yolda yürüyen adam birden yere yıkılıyor. Metro da tren bekleyen kız ağzından kanlar geliyor ve çırpınarak ölüyor. Bunlara benzer daha neler neler .
Şimdilerde pek böyle görüntüler olmasa da bu hastalık ciddi mi ciddi. Uzun bir zaman bu virüs laboratuvar da mı imal edildi? Yoksa doğal olarak ortaya çıkan bir virüs çeşidi mi?
Gerçekten Çin ve uzak doğu mutfak kültürünün insanlığa bir hediyesi mi? Bu bile anlaşılmadı daha.
Ancak zamanla anlaşıldı ki konu gerçekten çok önemli. Dünyanın her yerinde ölümler başlayınca işin ciddiyeti çok daha da anlaşıldı.
Bilim adamları bu işe bir çare bulmak adına aylardır çalışıp duruyorlar. Keşke bu hastalığa şifa olacak, bir şurup, ne bileyim damla, tablet, hap falan bulsalar da iş kolaylaşsa.
Bütün dünya bu işi çözmek için çok ciddi arayışlar içerisinde, tabi ki doğal olarak ve öncelikle aşı için çalışmalar başladı. Çin, Rusya, Almanya, can Türkiye’miz ve diğer ülkeler kendi çaplarında çalışmalar yaparak buldukları aşıyı bir takım yasal prosedürden geçirdikten sonra piyasaya sürdüler veya sürecekler.
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) onay verdikçe bu aşılar hastalara vurulmaya başlanıldı. Tabi bilinen bir gerçek var, normal de bir ilaç veya aşı ya da benzeri tedavi edici özelliği olan materyaller en az 8-10 sene laboratuvar sürecinden geçtikten sonra piyasaya sürülüyor ve bu bilinen doğal bir durum.
Ama böyle olağanüstü hallerde DSÖ’nün acil kullanım onayı vermesi ile aşının piyasaya sürülmesi ne kadar doğru, bu konu bütün dünya da tartışılıyor.
Tabi ki böyle ihtilaflı konularda doğal olarak görüşler birkaç cepheye ayrılıyor.
Bu görüşlerden en sert grup, aşıya “karşıt “ olanlar.
Aşı karşıtlarının öne sürdüğü birçok değişik görüşler var. Kısırlık yaptığından tutun da, birkaç sene sonra aşı yaptıranların, öleceklerini, sakat kalacaklarını savunuyorlar.
Aslında aşı denilen şeyin aşı falan olmadığı, CIA’nın ya da MOSSAD’ın mikroçip uygulaması olduğundan tutunda, zürriyetimizi kesmeye yönelik bir çalışma olduğu, zerk edilen aşı moleküllerinin ileride voltran oluşturacağı bile söylendi.
Bu grup kendi aşı yaptırmadığı gibi aşı karşıtlığı yaptıkları gibi ciddi bir anti propaganda da yapmaktalar. Çevrenize bir bakın, elbette tanıdık yüzleri görürsünüz.
Bu gruba mensup arkadaşlar asla aşı olmazlar, etrafa telkinde bulunurlar. Ancak bazı televizyon kanalların da haberlerde, sosyal medya da, bu arkadaşlardan bazılarını perişan halde görüyoruz. İtirafçı olmuşlar, yüzüstü yatıyor entübe olmuş, burnunda oksijen maskesi, kolunda serum mikrofonlara diyor ki;
- Ne çektiğimi bir ben bilirim. Allah aşkı için aşınızı yaptırın !..
Bir de “ kararsızlarımız “ var. Bu arkadaşlar karşıtların etkisinden bir kurtulsalar.
Acaba Çin aşışımı olsam, yoksa Alman aşışımı, kafa da bir sürü tereddütler. Bu arkadaşların üstüne çalışılsa ikna olurlar.
Ama “ korkanlar ” da ayrı bir âlem, bu arkadaşlar aslında karşıt da değiller, kararsız da. Bu arkadaşların bazıları iğneden korkuyor, bazıları da aşının içeriğinin kendilerini hasta edeceğini düşünüyor.
Sonuçta aşı vurulanlar uzunca bir süre antikor oluşumundan dolayı kendilerini koruyor. Bu arkadaşlar virüse yakalansa bile hastalığı ayakta geçiriyor.
Ya aşısızlar; Bilmiyorum kendi ayaklarına mı sıkıyor? Yoksa pimi çekilmiş el bombası gibi ortada mı geziyorlar?
Onu da bilmiyoruz. Bunu zaman gösterecek.